(+90) 312 418 82 69

jfmo@jeofizik.org.tr
tmmobjfmo@hs01.kep.tr

Milli Müdafaa Caddesi NO:10/7

06650 Kızılay/ANKARA
MENU
YAPI DENETİMİ KANUN TASLAĞI HAKKINDA TMMOB GÖRÜŞÜ

YAPI DENETİMİ KANUN TASLAĞI HAKKINDA TMMOB GÖRÜŞÜ


T.C.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI‘NA

Konu : Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı Hakkında görüşlerimizin sunulmasıdır.

İlgi: T.C.Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın 12 Nisan 2012 tarih ve B.09.0.MHG.0.10.01. 00-010.03/1158 sayılı yazısı.

Görüşe sunulan Bakanlık taslağının; 8 Şubat 2012 tarih ve 1100 sayılı yazınız ile "Bakanlığımızca Şubat ayının son haftası ile Mart ayının ilk haftası arasındaki zaman aralığında İstanbul ilinde iki günü aşmamak üzere, ‘Dünyadaki Benzer Uygulamaların İrdelenerek Yeni Bir Yapı Denetim Sisteminin Önerilmesi‘ ve ‘Deprem Odaklı Kentsel Dönüşümde Yapıların Deprem Dayanımının Belirlenmesi‘ konularının ele alınacağı dar kapsamlı bir Çalıştay yapılması planmaktadır. Sayın Bakanımızın himayelerinde gerçekleştirilmesi planlanan çalıştayda, yukarıda belirtilen konuların yalnızca birinde sunum yapılabileceği gibi her ikisinde de yapılması mümkündür. Çalıştayda sunum yapacak temsilcinizin iletişim bilgilerinin ve sunum konusunun 10 Şubat 2012 tarihine kadar bildirilmesi hususunda gereğini rica ederim." denilerek, "Çalıştay" çalışmasına konu edildiği ve taraflarla birlikte tartışılarak hazırlanacağı duyurulmuştu.

Daha sonra Bakanlığın 28 Şubat 2012 tarih ve 1541 sayılı yazısında, "Belirtilen tarihlerde Bakanlığımızın mevzuat çalışmalarından kaynaklı olarak gündeminin yoğunlaşması ve bu gündem içinde Sayın Bakanımızın programının anılan tarihler içinde müsait olmaması nedeniyle Çalıştayın ileri bir tarihe ertelenmesine yönelik değişiklik yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bakanlığımızca Çalıştay tarihinin yeniden belirlenmesini müteakiben kurumunuza gerekli bilgi verilecektir." ifadeleriyle, "Çalıştayın" ileri bir tarihe ertelendiği bildirilmiştir. Tarafımızca "Çalıştaya" davet beklenirken ne yazık ki yasa taslağı gönderilmiştir.

Yasa taslağı mühendislik ve mimarlık hizmet alanlarını düzenlerken, yönetişim ilkesine aykırı olarak düzenlenen bu taslağa görüş vermemiz istenmektedir. Taslağın hazırlanış yöntemi, öncelikle usul yönünden hukuka ve demokratik katılım ilkelerine aykırıdır. Bakanlığınızca izlenen yöntemde demokratik katılım ilkesi yok sayıldığına göre, bu tutumunuzun gerekçesi, ya esasa ilişkin bir fikir üretemeyeceğimiz ya da fikrimizin bir öneminin olmadığının ön kabulü olsa gerektir. Her iki kabulün de demokratik esaslara göre yönetilen bir sistemde yeri olmayacağı malumlarınızdır.

Genel Değerlendirme

648 sayılı KHK ile Bakanlığınıza tüm ülke toprağını (tapulu-tapusuz) istediği gibi kullanma yetkisi verilmiş; şimdi ise, bu taslak ve henüz yasalaşması tamamlanmayan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile bu yetkinin hangi araç ve yöntemlerle kullanacağı düzenlenmektedir.

Taslağın adı, "Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve Bazı kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı" olmasına karşın, aslında yapı süreçlerinin denetimi yerine "Teknik Müşavirlik Kuruluşlarının Görev ve Sorumluluklarını düzenleyen bir yasa metni şekline dönüştürüldüğü görülmekte olup, taslağın içeriği tüm sistemin değiştirilmesine yöneliktir. Taslak, Mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin ifa koşullarını tümden değiştiren, bir mühendis ve mimarın bir sermaye şirketi dışında serbest olarak çalışma olanağını tümden ortadan kaldıran, yapı sürecindeki mühendislik ve mimarlık projeleri arasındaki bağı koparan bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle, basit bir değişiklik algısı yaratılması doğru bir yaklaşım değildir.

Taslağın genel gerekçeleri de nesnel ve objektif durumla örtüşmemektedir. Gerekçede, "yaşanabilir ve sürdürülebilir kentsel ve kırsal çevrelerin oluşturulmasına, nitelikli ve güvenli yapılaşmanın sağlanmasına, marka şehirlerin oluşturulmasına ve uluslararası ortamlarda rekabet edilebilir bir meslek ortamının hazırlanmasına ilişkin iş ve işlemler yürütmek üzere teşkilatlanmıştır" denilmekte ve "Bu hedefe ulaşılmasında mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin önemli bir yer tuttuğu açıktır. Bu hususta özellikle yapıların projelendirmesi, uygulanması ve denetlenmesinde görev alan meslek mensuplarına büyük görevler düşmektedir."... "Yapı ve tesisat müteahhitlerimizce gerek uluslararası, gerekse iç piyasada yapım işlerine yönelik olarak önemli başarılar elde edilmesine karşın, diğer mimarlık ve mühendislik hizmetleri noktasında aynı ivmenin yakalanamadığı gözlemlenmekte olup, uluslararası ortamlarda rekabet edilebilirlik ve tanınırlık konusunda eksiklik hissedilmektedir."

"Yapı sektöründe dış piyasalarda gösterilen başarının ülkemiz içinde bütün yerleşmelerde aynı ölçüde kendini gösterememesinin nedeninin ülkemizdeki mimarlık ve mühendislik hizmetlerine dair müşavirlik sisteminin sağlıklı bir şekilde kurulamamasından kaynaklandığı değerlendirilmektedir." ifadelerine yer verilmek suretiyle, Türkiye‘deki mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin başarısız olduğu ön plana çıkarılarak, kurulacak "Teknik Müşavirlik Kuruluşları" ile bu başarısızlığın önüne geçilebileceği vurgulanmaktadır.

Sadece bu gerekçe dahi; kendimize acaba biz "bu ülkede yaşamıyor muyuz" sorusunu sordurtacak kadar gerçek dışıdır. Yapı Müteahhitlerinin düzenlediği sempozyumlarda gerek müteahhitlerince gerekse Bakanlık temsilcilerince dile getirilen "Avrupa sınırından geçemiyoruz" tespiti kayıtlarda durmaktadır. Türki Cumhuriyetleri ve Libya (artık bu Pazar da yok edilmiştir) gibi ülkelerde alınan işlerin de taşeronluk işi olduğu da ortada iken, bu gerçek dışılık nasıl olur da yasa gerekçesine yazılır, bunu anlamamız beklenmemelidir.

Müteahhitliğin yanında "diğer mimarlık ve mühendislik hizmetleri noktasında aynı ivmenin yakalanamadığı gözlemlenmekte olup, uluslararası ortamlarda rekabet edilebilirlik ve tanınırlık konusunda eksiklik hissedilmektedir." gerekçesinin de yaşanan gerçeklikle bağdaşmadığını hepimiz bilmekteyiz. Eğer bir eksiklik var ise bu merkezi idarenin meslek mensuplarına ve kamuya yönelik koruyucu hükümlerinin; bazen KHK‘ler bazen kanun teklifleri ile çok sık olarak da düzenleyici işlemlerle ortadan kaldırılmasıdır.

Ülkemizde mimarlık-mühendislik alanında lisans eğitiminde, stajda ve lisans sonrası meslek içi eğitimdeki yetersizlik, AB‘nin sahip olduğu mesleki koruyucu normlardan yoksunluk ve eşitsiz gelişme, sektörde denetim ve düzenleme yapma konusunda Mühendis ve Mimar Odalarının etkilerinin artmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması gerekirken var olan yetkilerin merkezi idare tarafından sık sık by-pas edilmesi, mühendislik ve mimarlık hizmeti ücretlerinin çok düşük olması nedeniyle sıkıntıların yaşandığı gerçektir. Ayrıca ülkemizde mimar ve mühendislerin %25‘e yakını da açık işsiz konumdadır. Bu sorunlar ortada iken, yasanın gerekçesini somut durumdan kopartarak teknik müşavirlik bürolarının kurulması için gerekçe üretmek, her şeyden önce yasa yapma amacına aykırıdır.

Ülkemizde Entegre Mühendislik, Bilimsel ve Teknik Danışmanlık Hizmetleri açısından sektörü tanımlayan ve düzenleyen mevzuatın bulunmaması, sektörün uluslararası rekabete hazır olmaması, birincil ve ikincil mevzuat oluşturulmadan yabancı hizmet sunucusuna sektörün taahhüt edilmesi durumunda; Türk sermayeli tüzel kişiliklerin ülke pazarı dışında kalacakları gerekçesiyle bugüne kadar mimarlık ve mühendislik hizmetleri GATS müzakerelerinin dışarıda bırakılmıştı. Bugün aceleyle böyle bir yasa taslağı hazırlamanın gerekçesi, kentsel dönüşüm projelerinin de yabancı hizmet sunucularına açılacağının habercisi olsa gerektir. Mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin rekabete değil uluslararası şirketlere teslimi sonucunu doğuracak bu taslağın geri çekilmesinde sayısız yarar vardır. Aksi halde, kurulacak teknik müşavirlik büroları küresel şirketlerin bağlı birimleri olarak hizmet yürütecektir.

Yasalar, toplumsal ihtiyaç haline gelen sorunlara yanıt vermek üzere objektif tespitler üzerine gerekçelendirilir. Oysa söz konusu taslağın objektif tespitler üzerine kurgulanmamış, ancak proje ve kamusal denetim hizmetinin ulusal ve uluslararası şirketlere pazar olarak sunumuna yönelik düzenlenmiş olduğu görülmektedir.

Bir taraftan mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin önemi belirtilirken, diğer taraftan da projelendirme, onay ve ruhsat süreçlerini parçalayarak içinden çıkılmaz bir noktaya getirilmesi; bürokrasiyi azaltma gerekçesi altında onay süreçlerini kısaltan, yerel yönetimleri ve meslek odaları denetimini dışlayan bu düzenleme yapım sürecinde olduğu gibi yapım sonrası süreçte de telafisi mümkün olmayan tehlikelerle karşılaşılması sonucunu doğuracaktır.

Taslağın; objektif olmayan gerekçeye dahi uygun düzenlemeleri içermediği, tamamen sermayenin talepleri ön plana çıkarılarak hazırlandığı görülmektedir. Yasa taslağında ve gerekçesinde kullanılan dil ve bazı teknik ifadeler ve çelişkiler de bu yasa taslağının sipariş üzerine kaleme alındığını; asıl maksadının; ekonomik politikasını kentsel rant üzerine ve kamusal ve özerk olması gereken her alanın özelleştirilmesine ve yatırımcının karını arttıracak şekilde hizmet verir hale getirilmesine odaklamış olduğu, bu nedenle, ekonomik kriz ve açmazlarına kısa vadeli çözümler bulabilmek adına ilgi sahasına giren her alanı hiçbir kurum ve kural tanımadan düzenlemeye çalışıldığı görülmektedir. Kanunların çıkarılma amacının kamu ihtiyacı ve kamu yararı olduğu aşikarken, bu kanun taslağının sermaye şirketlerinin taleplerine hizmet doğrultusunda hazırlandığı açıkça anlaşılmaktadır.

Taslakta yer verilen gerekçelerle, yapı üretim ve denetim sürecinde görev alan müteahhitler dışında; yerel yönetimlerin, kamu görevlilerinin, mühendis ve mimarların başarılı olmadığı; yatırımcıya gereksiz zaman kaybettiren "bürokrasinin parçaları" oldukları gibi bir genellemeden yola çıkılarak kanun taslağı oluşturulması; Bakanlığın "kamu" görevini bir kenara bırakmış olduğu ve sadece yatırımcıyı bir başka deyişle sermayeyi gözetecek uygulamaların önünün açılması amacı ile yetki ve kaynakların denetimsiz bir biçimde belli kesimlere aktarılmasının araçlarının oluşturulduğu gözlemlenmektedir.

Yasa taslağında Bakanlık görevi olarak doğrudan meslek alanlarının düzenlenmesinden bahsedilmekte, meslek kuruluşlarının adı bile anılmamakta, bu şekilde olağan dönemlerin ürünü olmayan KHK‘lerin yarattığı hukuksal tahribat üzerine yetki alınmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır.

Bu kanun taslağının, "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun"un bir uzantısı ve tamamlayıcısı olduğunu anlamak güç değildir. Dönüşüm Kanununun yürürlüğe girmesinin ardından yoğun bir şekilde başlayacak olan yıkım ve inşaat faaliyetinin, izinlerini Bakanlığın vereceği "özel" kuruluşlar eliyle yürütülmesini sağlama amacı açıkça okunmaktadır.

Taslak ile ülke genelinde yapılaşma sürecinde jeolojik araştırmalardan başlayarak kent planlaması, yapıların plan ve projelerinin hazırlanması, uygulanması ve denetlenmesi konularındaki bütün iş ve işlemler "Teknik Müşavirlik Kuruluşları"nın eline bırakılmaktadır.

İş alanının bu denli geniş belirlendiği bu kuruluşların örgütlenmesi çok kolay olmayacaktır. Büyük sermaye, çok sayıda ve çeşitli alanlarda uzman istihdamı gerektiren bu kuruluşların izinlerinin de Bakanlıkça verileceği gözetildiğinde devlet eliyle gerçekleştirilecek tekelleşmenin söz konusu olacağını söylemek mümkündür.

Yürürlükte bulunan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 1. maddesinin (ı) bendinde "Yapı denetim kuruluşu Bakanlıktan aldığı izin belgesi ile münhasıran yapı denetimi görevini yapan, ortaklarının tamamı mimar ve mühendislerden oluşan tüzel kişi" olarak tanımlanmışken; bu yasa taslağı ile kurulması ön görülen "Teknik Müşavirlik Kuruluşları"na Bakanlıkça verilen izin belgesine bağlı olarak etüt, proje ve yapı denetimi işlerini yapabilme, bu işlerin yanı sıra "müellif veya müelliflik kuruluşu" görevleri olarak tanımlanan "her türlü harita, plan, etüt, rapor, zemin etüt raporu, proje, arazi ve arsa düzenleme, ifraz, tevhit, kentsel tasarım, proje geliştirme, yapıda güçlendirme, enerji verimliliği ve kullanım amacı değişikliği için rapor ve proje hazırlanması, keşif, metraj, araştırma, geliştirme ve bu alanlarda danışmanlık gibi mimarlık ve mühendislik hizmetlerini, yapılarda risk ve hasar tespiti, yıkım raporunun hazırlanması ve yıkım işlerinin denetimi, bünyesinde hizmet alımı ile turizm uzmanı çalıştırmak suretiyle âtıl konut sertifikası vererek mevcut yapıları turizme kazandırma, ihale, şartname, sözleşme hazırlığına ilişkin iş ve işlemleri yapabilme, bu konularda yurtdışında da faaliyet gösterebilme" yetkisi verilmekte ve "nama yazılı ödenmiş sermayelerinin yarısından fazlası meslekî yetkinliği haiz denetçi mimar, mühendis" olmak koşulu ile "Teknik Müşavirlik Kuruluşu" kurabilmek mümkün olmaktadır.

Taslağa göre, yapı denetimi, teknik müşavirlik kuruluşlarının çok çeşitli çalışma alanlarından yalnız birisidir. Bu koşullarda teknik müşavirlik kuruluşlarının nama yazılmış sermayesinin çoğunluğunun mühendis, mimar ve şehir plâncılarında olması, bu mesleği uygulayan kişiler için hiç bir güvence oluşturmamaktadır.

Teknik Müşavirlik Kuruluşları‘nın yapabileceği görevler dikkate alındığında; tüm mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin tek bir çatı altında toplanması ön görülmekte, böylelikle mimarlık mesleğinin "serbest meslek" olma özelliği ortadan kaldırılmaktadır. Müelliflik dahi bireysel olma özelliğini yitirebilecek şekilde müelliflik kuruluşu adı altında tüzel kişiliğe dönüştürülmektedir. Sermaye sahibi herhangi bir vatandaş yanına mimar veya mühendis almak kaydıyla "Teknik Müşavirlik Kuruluşu" kurabilecektir. Bunun sonucu olarak da Mimarlık ve Mühendislik Meslek alanı tamamen sermayenin eline geçecek ve sermayenin kontrolü altında gelişecektir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın yetkin bulduğu mimar ve mühendisler ancak çalışma olanağı bulabilecek, kuruluşuna izin verdiği Teknik Müşavirlik Kuruluşları da TOKİ‘nin ya da uluslararası grupların taşeronluğunu yaparak meslek ortamını etik değerler ve kamu yararını korumadan yoksun olarak düzenleyeceklerdir. Bunun sonucu olarak da mühendis, mimar ve şehir plancıları sermayeye ve iktidarlara hizmet veren ücretli çalışan haline dönüşecektir.

Mimar, mühendis ve şehir plancıları, sermayenin hâkim olduğu, kar elde etme kaygısı içinde olan ticari yapıdaki hizmet kuruluşu olan Teknik Müşavirlik Kuruluşlarının birer kölesi haline geleceklerdir. Yasa taslağında yer alan "...müteahhitlerden SGK temiz kağıdı istenmeyecektir. " koşulu, tehlike sınıfı yüksek iş kolu olan inşaatta çalışanların sosyal güvenlikten yoksun bırakılması anlamını taşımakta olup, bu da çalışanların haklarının ellerinden alınacağının bir örneğini oluşturmaktadır.

"Yapı müteahhidinin veya parsel malikinin veya hissedarlarından veya ortaklarından veya yöneticilerinden birinin mühendis veya mimar veya bu fıkradaki esaslara göre teknik eleman olması halinde ayrıca şantiye şefi aranmaz." koşulu da mühendis ve mimarların şantiye şefliği üstlenme şanslarını da ortadan kaldıracaktır.

Ayrıca, kanun taslağının torba kanun niteliği taşıması, özellikle Kıyı Kanununda yer alan maddelerin bu kanunun kapsamına alınmış olması manidardır. Kıyılardan, çevreden yararlanma hakkı Anayasa ile güvence altına alınmış olan kamunun bu haklarından mahrum bırakılması söz konusu olmaktadır.

Bu taslağın yasalaşmasıyla, kamuoyu bilgilenmeden çıkan yüzlerce çıkan değişikliklere bir yenisi daha eklenecektir. Bu kanun taslağı içerik olarak tamamen uluslararası firmaların ve onların taşeronluğunu yapacak olanların taleplerini karşılamaya yöneliktir. Mimar, mühendisleri etkinsizleştirerek yapı denetimini sermaye şirketi olan müşavirlik firmalarına bırakmaktadır.

Sonuç olarak; serbest meslek faaliyetinde bulunan, mimarlık ve mühendislik büro sahipleri, kamuda veya özel sektörde, yapı denetim kuruluşunda, şantiye şefi olarak ücretli ve diğer alanlarda çalışan tüm mühendis ve mimarlar bu taslağın yasalaşması ile meslek ortamlarını kaybetmekle karşı karşıya kalacaklardır.

Yine bugüne kadar yapılan pek çok yasal düzenlemede (özellikle son dönemde kabul edilen KHK‘lerde) olduğu gibi, yerel yönetimlerin yetkilerine de müdahale ile, yerel yönetimlerin yetkilerinin merkezi hükümette toplanmasına yönelik bir yaklaşım bu taslakta da söz konudur. Örneğin ruhsat süreçlerine ilişkin süreler belirlenerek bu sürelerde yerel yönetimlerce gerekli belge ve izinler verilmediği takdirde Bakanlıkça bunların verileceğinin düzenlenmesi, siyasal erkin kentsel dönüşümü gerçekleştirmek için tüm engelleri bertaraf etme amacının bir tezahürü olmakla birlikte aynı zamanda söz konusu edilen sorunların çözülmesi yerine, bu kanun taslağının kanunlaşması ve uygulanması halinde geri dönüşü olmayan bir kaos ortamının yaratılmasına yol açacak yaklaşımlar olarak görülmektedir.

Ayrıca; taslağın ilgili maddeleriyle yatırımın bulunduğu ilde denetimi gerçekleştirecek yeterli nitelikte ve sayıda elemanı bulunmayan kamu kurum ve kuruluşlarının yapılarının denetimi işlerinin teknik müşavirlik kuruluşlarına yaptırılmasının zorunlu tutulması; ve "herhangi bir ilde Bakanlık‘ça denetim izin belgesi verilmiş teknik müşavirlik kuruluşu veya şubesi bulunmaması hâlinde, o ildeki yapıların bu Kanun‘a göre denetimi, yapı sahibinin talebi üzerine Bakanlığın taşra teşkilâtınca gerçekleştirilebilir olması ve denetim hizmeti bedeli Bakanlık bünyesinde bulunan döner sermaye işletmesinin hesabına yatırılması yönündeki düzenleme; ve bu maddelere ilaveten Teknik Müşavirlik Kuruluşlarına şube açma olanağının da sağlanmış olması; yasa taslağı genelinde "İdare ve Bakanlığın taşra teşkilâtı" şeklinde tanımlanan kamu idaresi tanımlarıyla, Bakanlığın iktidara yakın olmayan bütün yerel yönetimlerin yetkilerini ellerinden alacağını ve kamu idaresinin teknik eleman istihdamını ortadan kaldırarak bütün yapım sürecinin denetlenmesini sermayenin hakim olduğu Teknik Müşavirlik Kuruluşlarına aktaracağını göstermektedir.

Madde bazında değerlendirme

Taslağın bütününe yönelik yukarıda anlatılan hususlar, tek tek maddelerine bakıldığında ise, sakıncalı hükümler içeren veya amaç maddesiyle hiç bağdaşmayan, çelişkili pek çok düzenlemeyle karşılaşılmaktadır.

Öncelikle bu kanun taslağının yürürlükteki 4708 sayılı Kanun‘dan farklı olarak ne getirdiğine bakmak gerekirse;

Amaç maddesi olan 1. Maddede "can ve mal güvenliğini teminen" denetim işini üstlenecek teknik müşavirlik kuruluşlarının kurulması ve yapı denetim usul ve esaslarını düzenlemek için kanunun hazırlandığı belirtilmekte ise de, kanunun başlangıçta belirtilen sakıncaları nedeniyle bu amaçtan uzak olduğu açıktır. Vatandaşın can ve mal güvenliğinin temininin kamu eliyle değil taşeronlar eliyle sağlanmasının amaçlandığı görülmektedir.

Bu maddede dikkati çeken bir husus, daha önceki düzenlemelerde yapıların "imar planlarına" uygunluğunu sağlamaktan söz edilirken, burada sadece "uygulama imar planı"na uygunluğun denetleneceği belirtilmektedir. Yani bu kuruluşlar üst ölçek planlara değil, sadece uygulama imar planına uygunluğu denetleyebilecektir. Ancak çoğu zaman üst ölçek planlara uygun olmayan parsel bazında yapılan uygulama imar planı değişikliğiyle planlama ilkelerine aykırı yapılaşmalar söz konusu olmaktadır. Bunlar göz ardı edilecektir.

2. madde Kapsam maddesi olup, kamu yapıları, tarım ve hayvancılık yapıları ve ruhsata tabi olmayan köydeki konut yapıları hariç bütün yapıların teknik müşavirlik kuruluşlarının denetimine tabi olduğu görülmektedir.

Anayasa Mahkemesi‘nin 4708 sayılı Kanun ile ilgili olarak geçtiğimiz aylarda verdiği 3.11.2011 tarihli, 201/75 Esas No, 2011/150 Karar sayılı kararın kapsam maddesinin bu şekilde belirlenmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Ancak yine de bazı köy yapılarının hariç tutulması anılan karara uygun değildir. 3. fıkrada yapı sahiplerinin talebine bağlı olarak bu yapıların da teknik müşavirlik kuruluşlarının denetiminde yapılabileceği şeklinde bir düzenleme ile aykırılık giderilmeye çalışılmış ise de kararın gerekçesine uygun olmadığı düşünülmektedir.

İmar Kanunu 26.maddesinde belirtilen kamu yapıları ile 44. Maddesinde belirtilen Enerji, Sulama, Tabii kaynaklar vb. yapılar Teknik Müşavirlik kuruluşu kapsamı dışında bırakılması, kamu kurumunun bünyesinde ve inşaatın yapılacağı yerde çekirdek personel olarak belirlenen personelin devamlı olarak bulunabilmesi koşuluna tabi kılınmıştır. Bu personel koşulu yerine getirilmediğinde Kamu İhale Kanunu çerçevesinde ihale ile Teknik Müşavirlik Hizmeti alınması esası getirilmiştir. Taslağın birçok maddesi içerisinde bu esas korunmuştur. Ancak bu düzenleme şekli aşağıda atıf yaptığımız Anayasa Mahkemesi kararında da belirtildiği gibi Anayasa‘nın 128 ve 129. maddelerine aykırıdır.

4. fıkrada 1.000 m2‘yi aşmayan yapıların parsel maliki tarafından inşa edilmesine izin verilmesi bu yapıların, daha önce yönetmelikle sicillerinin tutularak denetimi sağlanmaya çalışılan müteahhitlik hizmetinin kapsamı dışında inşa edilmesine olanak sağlayacaktır. Bu fıkrada vakıf, dernek işletmeleri ve yapı kooperatiflerinin de geçici yetki belgesi ile kendi yapılarını inşa edebilecekleri düzenlenmiştir. Düzenleme vakıf, dernek ve kooperatif adı altında yeni yapsatçılar türemesine yol açacaktır.

Geçici yapı müteahhitliği belgesi verilmesi halinde, yapı müteahhitlerinin sicillerinin tutulmasının bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü; vakıf, dernek ve kooperatif adı altında taşeronlar eliyle yapılaşma başlayacaktır.

5. fıkrada şantiye şefleri ile ilgili olarak getirilen düzenlemede belli metrekarelere kadar olan yapılarda inşaat teknisyeni, tekniker ve teknik öğretmenlere yetki verildiği görülmektedir. Odaların bugüne kadar karşı çıktığı, dava konusu ederek iptal ettirdiği yönetmelik düzenlemelerin yasa hükmü haline dönüştürülerek şantiye şefliğinde mühendislik ve mimarlık eğitimi almış olma şartı yine göz ardı edilmiştir. İnşaat teknisyenleri ve inşaat teknikerleri yardımcı eleman olarak değerlendirilmeli, Teknik öğretmen unvanlı teknik elemanların ise asli görevleri olan meslek okullarında değerlendirilmeleri gözetilmelidir.

3. maddede en dikkat çekici olan, etüt ve proje denetçisi, yapı denetçisi olan ve teknik müşavirlik kuruluşları ile müellif ve müelliflik kuruluşları içinde yer alan mimar mühendisler için mesleki yetkinlik şartı getirilmiş olmasıdır. Mesleki yetkinliğin içinin ne ile doldurulacağı, kriterlerin ne olacağı ile ilgili herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Mesleki yetkinliğin kazanılma koşullarının Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikler eliyle belirleneceği anlaşılmaktadır. Bu durum meslek odalarının anayasal yetkilerinin gaspı anlamına gelmektedir.

Öte yandan müellif ve müelliflik kuruluşu tanımı ile teknik müşavirlik kuruluşu tanımına bakıldığından bütün mimarlık ve mühendislik hizmet alanlarını kapsadığı görülmektedir. "Her türlü harita, plan, etüt, rapor, zemin etüt raporu, proje, arazi ve arsa düzenleme, ifraz, tevhit, kentsel tasarım, proje geliştirme, yapıda güçlendirme, enerji verimliliği ve kullanım amacı değişikliği için rapor ve proje hazırlanması, keşif, metraj, araştırma, geliştirme ve bu alanlarda danışmanlık gibi hizmetleri" mesleki yetkinliğe sahip mimar, mühendis ve şehir plancıları tarafından yapılabilecektir.

Yani taslak yasalaştıktan sonra meslek odalarının belgelendirmesi ile hizmet sunan mühendis ve mimarlar ya Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikle belirlenecek mesleki yetkinlik koşullarını sağlamaları halinde bu hizmetleri sunabilecekler ya da mevcut durumlarıyla bir iş alanı bulmakta güçlük çekeceklerdir.

Teknik müşavirlik kuruluşlarının tanımına bakıldığında ise, bu kuruluşların denetim hizmeti dışında proje hizmeti de verebilecekleri görülmektedir. Her ne kadar kendi yaptıkları projelerin denetim işini üstlenmeleri yasaklanmakta ise de, bu kuruluşlar arasında karşılıklı anlaşmaların yapılacağını öngörmek güç değildir. Bu da sağlıklı bir denetimin yapılamaması sonucunu doğuracaktır.

Teknik müşavirlik kuruluşları proje ve denetim hizmeti dışında, yapılarda risk ve hasar tespitinden yıkım işlerine kadar imar alanında her türlü iş ve işlemleri yapabilecektir. Dönüşüm Kanununda da yer verilmiş olan ve nasıl yapılacağı belirsizlik içeren "atıl konut sertifikası verip mevcut yapıları turizme kazandırmak" gibi bir iş tanımına da yer verilmiştir. Bu da yeni bir rant ve talan sürecinin altlığını anlamına gelmektedir.

Yapı denetimi teknik müşavirlik kuruluşlarının iş alanlarından sadece biridir. Serbest mühendislik ve mimarlık hizmetleri kapsamında yer alan neredeyse bütün hizmetler Bakanlığın izin vereceği bu kuruluşlar eliyle yürütülebilecektir.

Bu düzenlemelerle yapı sürecinde proje yapımı tek elde toplanmakta, serbest rekabet engellenmekte ve birçok proje bürosunun kapanmasına neden olmaktadır. Proje ve Denetim tekelleşmektedir. Ayrıca yapılarda risk ve hasar tespiti, yıkım raporu hazırlanması ve yıkım işlerinin denetimi, konusunda subjektif değerlendirmeler olacağı, yerel yönetimlerin yetkilerinin devredilmesi anlamına geleceği göz ardı edilmektedir.

Bu hizmetleri sunabilmek için sahip olunması gereken niteliklerin belirlenmesinde meslek odaları yok sayılmış, bununla birlikte yasayla hiçbir ölçüt konulmadan yönetmelik düzenlemelerine bırakılmak suretiyle bu nitelikleri belirleme yetkisi tümüyle Bakanlığın tasarrufuna bırakılmıştır.

Mevcut düzenlemede ve daha önceki taslaklarda bu kuruluşların ortaklarının tamamının mimar ve mühendislere ait olması aranırken bu kanun taslağında teknik müşavirlik şirket ortaklarının yarısının mimar ya da mühendis olmayan kişiler olmasına izin verilmektedir. Ayrıca, ciddi mühendislik bilgi ve birikimi gerektiren yapı laboratuvar şirket ortaklarının üçte ikisinin de mühendis olmayan kişiler olmasına izin verilmiştir. Bu kuruluşların sunacağı hizmetlerin iştigal konusu mühendislik ve mimarlık hizmeti olmasına karşın, mimar ve mühendis olmayan kişilerin sahip olacağı şirketler eliyle bu hizmetlerin sunulmasına izin verilmiş olacaktır. Meslek alanlarını meslekten olmayan kişilerin kuracakları sermaye şirketlerinin eline bırakmak Anayasaya uygun olmadığı gibi bilime ve tekniğin gereklerine de uygun değildir.

Ruhsat süreci ve görevler başlıklı 5. Madde ile taslağın gerekçesine uygun olarak süreler konulmak suretiyle ruhsat işlemlerinin hızlandırılmaya çalışıldığı ifade edilmektedir. Ancak bu yapılırken pek çok olumsuzluğu da beraberinde getiren düzenlemeler yapılmıştır.

Öncelikle bütün süreç teknik müşavirlik kuruluşları üzerinden tariflenmiştir. Bu kuruluşlar yapı sahibi adına her türlü başvuru, beyan ve belge temini gibi iş ve işlemleri yürütürken yapı sahiplerinin haklarının istismarının önüne geçilemeyecektir. Hele tapu kayıtlarına elektronik ortamda erişim halinde idarece buna bağlı olarak işlem yapılacağının düzenlenmiş olması söz konusu olabilecek yanlışlıklarla başkalarının arsalarına müdahale gibi sonuçlara yol açabileceğinden oldukça sakıncalıdır.

Ruhsat süreci parçalanmış olup, idare sadece belge kontrolüyle ruhsat verebilecek, ardından yapacağı inceleme sonucunda mevzuata ve imar planına aykırılık tespit ederse ruhsatı iptal edip inşaatı durduracaktır. Sadece belge üzerinde yapılan inceleme ile yapı inşasına izin vermek öncelikle idarenin denetim görevi ile bağdaşmamaktadır. Öte yandan süreci hızlandırmak adına yapılan bu düzenleme hem maddi kayıplara yol açacak hem de esasen inşaat sürecini uzatacaktır.

Taslakta, belirlenen süreler zarfında idarelerce ruhsat verilmemesi halinde Bakanlıkça verileceğinin düzenlenmesi dönüşüm projelerinin gerçekleştirilmesinin hızlandırılması amacı taşımakla birlikte, yerel yönetimlerin yetkilerine de müdahale niteliğindedir.

7. fıkrada, idarelerin yeterli uzman personeli bulunmaması halinde projeleri inceleme işi için teknik müşavirlik kuruluşlarından hizmet satın alabileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Kolluk hizmeti olan ve kamu eliyle yürütülmesi gereken yapı ruhsatı sürecindeki denetim işinin özel şirketlere yaptırılmasına izin verilmesi, Anayasa Mahkemesi‘nin daha önce İmar Kanunu‘nda yer verilen yeminli mühendislik bürolarına yönelik iptal kararlarında vurguladığı can ve mal güveliğini yakından ilgilendiren yapı inşasında denetimin (ki bu biçimsel bir izinle değil, denetime bağlı olarak verilen bir izinle sağlanabilir) kamu eliyle yürütülmesinin gerektiği yönündeki gerekçesiyle bağdaşmamaktadır.

8. fıkrada elektrik, telefon ve doğalgaz tesisat projelerinin yapı ruhsatı verilmesi aşamasında idareye verilmesi zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. Elektrik ve telefon tesisat projelerinin ilgili idareye verilmesi, ruhsat düzenlenmesi, yapının başlaması aşamalarından çok sonraya bırakılmıştır. Bu durum pek çok sakıncalar içermektedir. Elektrik ve telefon projelerinin ruhsat düzenlenme aşamasında aranmaması yapım işinin bütünlüğü açısından sakıncalıdır. Bir bölgeye sadece mimari proje üzerinden ruhsat verilmesi planlamayı doğrudan kaldıran yaklaşımın bir yansımasıdır. Genel Gerekçeye göre en kısa sürede ve kırtasiyeciliğin azaltılmasının önemi dikkate alınarak bu işlemin yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak elektrik alt yapısı olmayan bir bölgede mimari proje üzerinden ruhsat düzenlenmesi, en basitinden yapının yapılması için zorunlu olan şantiye elektriği bile alamayacak alanlara ruhsat verilmesine neden olabilecektir. Oysaki imar mevzuatında ruhsat tarihinden itibaren 2 yıl içinde inşaata başlanması gerekmektedir. Şehircilik planlamayı gerektirmektedir. Özellikle binanın özelliğinden dolayı bazı yapılarda şantiye elektriği için trafo konulması gerekmektedir. Bu tip yapılarda mimari projeye göre ruhsat verilmesi halinde 2 yıl sonra ruhsatın iptal edilmesi sonucu doğabilecektir. Yapının bütünlüğü ve planlamanın önemi açısından bakılarak yapıya ait mimari proje haricindeki projelerin kırtasiye azaltılması için teferruat olarak görülmesi bu meslek disiplinlerini yok saymanın bir ürünüdür. Ruhsat alınmasından itibaren elektrik ve telefon projeleri için yetkili kurumlarca 15 gün içinde uygunluk görüşü verilmektedir. Alt yapı yetersizliğinden uygunluk görüşü verilemediği durumda da ruhsat iptalleri yaşanabilecektir.

Diğer taraftan münhasıran Elektrik, telefon, doğalgaz ile iştigal eden idare deyimi de yanlıştır. Bugün için ülke bazında örgütlenmesi olan elektrik şirketlerinin bir kısmı özel şirketler olup, faaliyet konuları ve amaçları ticari faaliyet olarak elektrik alım satımıdır. Bu nokta içerisinde ana görevi elektrik alım satımı olmayan sadece elektrik enerjisinin can ve mal emniyeti için tehdit oluşturmayacak şekilde kullanımını amaç edinmiş ülke bazında örgütlü olan bir kuruluş yoktur. Bu açıklamalar aynı zamanda doğalgaz ve telefon için de geçerlidir. Bu yön itibariyle taslak hükmü mevcut yasal sisteme aykırıdır.

11. fıkrada 4708 sayılı Kanunda olduğu gibi, etüt ve projelerin başka bir kurum ve kuruluşun denetim, vize ve onayına tabi tutulamayacağı hususuna yer verilmiş ancak bu kez "denetim" kelimesi de dahil edilmiştir. Benzer düzenlemeye İmar Kanunun 22. Maddesini değiştiren taslağın 19. Maddesinde de yer verilmiş ve gerekçesinde de "meslek odalarının ruhsat aşamasında proje denetimi yapmaları ya da idarelerin bu yönde talepte bulunmalarının önlenmesi hedeflenmektedir." denilerek amaç açıkça ifade edilmiştir. Odaların denetim yetkisinin anayasal ve yasal dayanakları bellidir. Bu yetkilerin, başka kanunlarda, kapsamıyla ilgisi olmayan düzenlemelerle kısıtlanmaya çalışılması öncelikle yetki gaspı olup, hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmamaktadır.

6. maddede sorumluluk kapsamı belirlenirken kusurları oranında denilmişse de, bazı hatalardan sorumlu olmaması gereken kişiler kusura bağlı olmayan bir şekilde sorumlu tutulmaktadır. Örneğin "... yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle, projelerinde bir hata yoksa "müellif ve müellif kuruluşlarının sorumlu tutulmaması gerekirken bu düzenleme biçimindeki yanlışlık nedeniyle sorumlu olabileceklerdir.

6. maddenin 13. fıkrasında ise meslek odalarının mevcut üyelerinin bilgileri ile süreli veya süresiz kısıtlığı bulunan ve üyeliği sona eren üyelerini merkez yapı denetim komisyonu ile bütün ilgili yerlere ve kuruluşlara bildireceği hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme Bakanlığın bir süredir meslek odalarından istediği üye bilgilerini alabilmesinin yasal dayanağını oluşturmaya yöneliktir. Ceza alan üyelerin ilgili yerlere bildirilmesi ise 6235 sayılı Yasa ile zaten hüküm altına alınmış bir konudur. Bu yasada buna yer verilmesine gerek bulunmamaktadır.

7. madde yapı denetim komisyonlarının kuruluş ve görevlerini düzenlemektedir.

Mevcut yönetimin bugüne kadar yaptığı pek çok yasal düzenlemede olduğu gibi, meslek odalarını yakından ilgilendiren konuların görüşüldüğü kurul ve komisyonlara oda temsilcilerinin oy hakkı olmaksızın davet edilebileceğine dair katılımcı yönetim anlayışıyla bağdaşmayan, aynı zamanda bilime ve meslek alanına saygı duyulmadığını gösteren bir düzenleme de bu taslakta karşımıza çıkmaktadır. Meslek odalarını oy kullanma hakkı olmadığı bir komisyon toplantısına çağırmak şekil şartını yerine getirmekten öte bir durum olmadığı görülmektedir. Bu uygulama alınacak karar ve yaptırımlarda meslek odalarını paravan olarak kullanmaktan öte gitmeyecektir. Meslek odalarının olduğu ortamda kararların alındığı belirtilerek kamuoyu yanıltılacaktır.

8. maddede teknik müşavirlik kuruluşlarıyla yapılacak hizmet sözleşmeleri ve asgari denetim hizmet bedelleri düzenlenmektedir. Hizmet sözleşmesi bedelinin %3‘ü kadarının ruhsatı veren idarenin, %3‘ü kadarının da Bakanlık bünyesinde bulunan döner sermaye işletmesinin hesabına peşin olarak yatırılacağı belirtilmektedir. Hangi amaçlarla kullanılacağı belli olmayan bu ödemelerin konut edinmek isteyen tüketiciye yansıtılmaktadır. Buradan elde edilen gelirin de başka kentsel dönüşüm projeleri için kullanılmasının hedeflenmesi manidardır. Bakanlığın denetim bedellerini düşürdüğü izlenimi yaratılırken, kendine pay alma peşinde olması da ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

10.maddede mesleki yetkinlik, sigorta ve teminat başlığı altında denetçi mühendis ve mimarların mesleki yetkinliğe sahip olmaları gerektiği, mesleki yetkinliğin Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğine yer verilmektedir.

Sistem içinde yer alan mühendis ve mimarların mesleki sorumluluk sigortası, müteahhitler için mali sorumluluk sigortası gibi yükümlülükler getirilmiştir.

11. maddede teknik müşavirlik kuruluşu, laboratuar kuruluşu ile denetçi mimar ve mühendisler hakkında uygulanacak idari müeyyideler düzenlenmiştir. Eylemin niteliğine göre idari para cezası, belirli sürelerle yeni iş almaktan men cezası, belge iptali ve faaliyete son verme gibi çeşitli yaptırımlar öngörülmüştür.

"Bakanlık ceza verilmesine sebep olan denetçi mühendis ve mimarların durumunu meslek odasına bildirecektir." denilerek, odalar sadece üyelerine yaptırım uygulaması noktasında var sayılmıştır. Ayrıca disiplin süreçlerinde Bakanlık ile Odalar arasında yaşanan bazı sorunları aşmak için de 4708 sayılı Kanun‘dan farklı olarak soruşturmanın neticesini Bakanlığa bildirme yükümlülüğü getirilmiştir. Sürecin dışında bırakılmak için özen gösterilen meslek odalarının, bu maddedeki düzenlemelerle sadece üyelerini cezalandırıcı bir kurum olarak ele alınması manidardır.

Verilen para cezalarının ve gelir kaydedilen teminatların % 50‘sinin dönüşüm uygulamalarında kullanılacağı belirtilerek bu alana kaynak sağlanmaktadır. 2-B‘lerden sonra mühendis ve mimarlar üzerinden kentsel dönüşüme pay ayıran Dünyada başka bir örnek ülke olmasa gerek.

12. maddede, sistemde yer alanların görevini kötüye kullanmaları halinde 6 ayda 3 yıla kadar hapis cezası verilebileceği düzenlenmiştir. Yapmaları gereken denetimleri yapmadıkları halde yapmış gibi gösteren ve belge düzenleyenler için TCK‘nun resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilmekte ise de, bu belgelerin resmi belge olup olmadığı tartışmaya açıktır.

Ayrıca bu mahkeme kararlarının meslek odalarına bildirileceği hususuna yer verilmiş olması bir önceki maddede olduğu gibi meslek odalarının, sadece üyelerinin cezaları hususunda görev yüklenen bir kurum olarak düşünüldüğünü göstermektedir.

13. maddede Bakanlığın denetim yetkisi düzenlenmektedir. Denetimin gerçekleştirilmesinde mesleki yetkinliğe sahip mimar ve mühendisleri sözleşmeli olarak istihdam edebileceği belirtilmektedir. Kamuda 657 sayılı Kanuna tabi kılınmaksızın sözleşmeli istihdam biçimi son dönemde oldukça sık karşımıza çıkmaktadır. Kamuda güvencesiz ve esnek çalışmanın önü bu kanunla bir kere daha açılmaktadır.

14. madde ile neredeyse bütün iş ve işlemler, hukuk devleti ilkesine aykırı olarak Bakanlıkça hazırlanacak yönetmeliklere bırakılmaktadır.

Taslağın 15 nci maddesiyle, 3194 İmar Kanunun 8. maddesinde yapılmak istenen değişiklikle imar plan ve notlarının elektronik ortamda yayınlanması uygulamada önemli kolaylıklar sağlayabilir. Ancak daha sonra bu temelde yapılan projelerin yerinde uygulanmadan ruhsatlandırılmasına ilişkin düzenlemelerle birlikte ele alındığında ne oranda gerçekçi olabileceği tartışmalıdır.

Taslağın 16 ncı maddesiyle, 3194 İmar Kanunun 10. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda; birinci bentteki düzenlemeyle bedel ödenmeden kamulaştırma yapılmasına olanak sağlandığı görülmektedir. Mülkiyet hakkını ortadan kaldırıcı uygulamalara neden olabileceği için gerek Anayasa‘ya, gerekse AİHS‘nin eki olan protokole aykırı düşebilecektir.

Bu madde TOKİ‘ye arsa yaratmaya matuftur. Kamu binalarının imar rantına malzeme edilmesi yoluyla kent merkezindeki ilköğretim, sağlık kuruluşlarının yok edilmesi sürecine hizmet etmektedir. İkinci bent bedel ödenmeden alınacak arsanın hatırına imar kargaşa ve ayrıcalıklarına elverişlidir.

Kanun taslağının 17.maddesiyle, İmar Kanunun 17 nci maddesinde yapılan değişiklik, tüm askeri alanları kullanıma açmaktadır. Binaların sadece bina bedelleri ödenmekte, arsa bedelleri ödenmemektedir. Alanlar bedelsiz olarak belediyelere ve il özel idarelerine devredilmesi sonrasında kullanım amaçları önemlidir. Kentsel dönüşüm ve imar rantı yaratmak için kamu binalarının kullanılması söz konusu olacaktır.

Kanun taslağının 18.maddesiyle yapılan değişiklik sonucunda öngörülen arsa üretme süreci tartışmalıdır.

Kanun taslağının 19.maddesiyle İmar Kanunun 22. Maddesinde yapılan değişiklikler oldukça büyük önem arz etmektedir. Yerel yönetimlerin yetkileri daraltılmış, ruhsat veren idarenin projeleri bile incelemeksizin sadece belge kontrolü üzerinden ruhsat düzenlemesi kamu yararıyla bağdaşmamaktadır. Anayasa‘nın 128. maddesinde düzenlenen ve kolluk hizmeti olması nedeniyle kamu eliyle yürütülmesi gereken yapı ruhsatı sürecindeki denetim işinin özel şirketlere yaptırılmasına izin verilmesi, Anayasa Mahkemesi‘nin daha önce İmar Kanunu‘nda yer verilen yeminli mühendislik bürolarına yönelik iptal kararlarında vurguladığı can ve mal güveliğini yakından ilgilendiren yapı inşasında denetimin (ki bu biçimsel bir izinle değil, denetime bağlı olarak verilen bir izinle sağlanabilir) kamu eliyle yürütülmesinin gerektiği yönündeki gerekçesiyle bağdaşmamaktadır.

Kanun taslağının 21.maddesi ile İmar Kanunun 28. Maddesinde yapılan değişikliklerle teknik elemanlar sorumluluktan uzaklaştırılmaktadır. Aynı zamanda bu maddede yapılan değişiklikler ile müelliflik sistemi yok edilmekte ve meslek odalarını işlevsizleştirme amacı güdüldüğü görülmektedir.

Kanun taslağının 23.maddesiyle değiştirilmesi öngörülen İmar Kanunu‘nun 30. Maddesindeki değişiklik sonucunda işin sonunda proje müellifinin yapı kullanma izni ile ilgili imzasına gerek görülmemesi, müellifi üretim sürecinden dışlamaktadır.

Kanun taslağının 25.maddesiyle İmar Kanununun 42 nci maddesinde yapılan değişiklik sonucu; vakıf, dernek ve kooperatiflerin geçici müteahhitlik belgesi alabilmesinin gerekçesi ve amacı açıklanmaya muhtaçtır. Bu maddenin gereksinim gerekçesi, taslağın gerekçesi ile örtüşmediğine göre hangi vakfın, derneğin ve kooperatifin müteahhitlik belgesine ihtiyacından doğmuştur, bu sorunun yanıta ihtiyacı olduğu açıktır.

İmar Kanunu Ek 5. Madde ile İmar planları değişikliği nedeniyle ilgili taşınmaz sahiplerinden alınması tasarlanan değer artış payının oranları ve hukuksallığı tartışmaya açıktır.

Kanun taslağının 29.maddesinin; mera ve yaylaklarda kaçak olarak yapılan yapıları meşrulaştırmaya yönelik olarak düzenlendiği düşünülmektedir.

Kanun taslağının 30.maddesi, imar planlarında kat rejimi uygulamasında vatandaşın arsasında değer artışı varsa "bize pay vereceksin" demenin hukuksal zemini oluşturulmaktadır. Malikin isteği üzerine veya re‘sen idare sana rant verdiği için sen de idareye pay vereceksin anlamını taşımaktadır. Bu maddenin uygulamasında parası olan istediği kadar kat ve rant elde edebilecektir.

Kanun taslağının 36.maddesi ile Kıyı Kanununun 5.maddesi değiştirilmekte, kıyıdan yol ve ya da demiryolu geçirilmesi yasallaştırılmaktadır. Oysa ki, özgün metinde kıyı mekanı, gezinti, dinlenme amaçlı olarak salt yayanın kullanımına açıktır. Söz konusu düzenleme ile kıyıdan (deniz, göl ve akarsu kıyıları) şehirler arası otoyollar, hızlı tren yolları geçirilebileceği gibi, kıyı mekanı kent içi yol düzenlemelerine de ayrılabilecektir. Böylece örneğin tüm kıyı kent ve kasabaların denizle ilişkisini kesen ve yerleşmeleri denize küs- denize uzak duruma getiren (Karadeniz Oto yolu gibi) ağır ulaşım altyapıları boylu boyunca tüm kıyıda yer alabilecektir.

Kanun taslağının 37. maddesi ile Kıyı Kanunu 6.maddesi değiştirilmekte, kıyıda, önceden yapılan değişiklikle kabul edilen "üretim ve yetiştirme" yanında bu kez açık alanlar, parklar gibi kentsel yeşil alan kullanımları ve en önemlisi, teşhir, pazarlama, depolama tesisleri ile eğitim ve sosyal tesisler, ibadet yerleri, giderek akaryakıt istasyonları ve enerji tesisleri yapılabilmesine imkan sağlanmış olmaktadır. Böylece kıyı, salt denizin kullanılmasını kolaylaştıracak tesislere değil hemen tüm kentsel kullanımlara açılmaktadır. Tüm bunlardan daha vahim olanı ise, kıyıda termik enerji santraları ve nükleer santraller ile bunlara ilişkin her türlü (atık dahil) depolama alanlarının yapılabilmesine olanak sağlanmaktadır. Bu hükümler hayata geçer ise, deniz, göl ve akarsu kenarlarında, okullar, hastaneler, camiler, akaryakıt depoları, termik santralar, nükleer tesisler kolayca yer alacaktır.

Yine bu madde hükümlerine göre "uygulama planı" yapma zorunluluğu kaldırılarak, salt bir çevre düzeni planı ya da bir nazım plan kararları ile değerli kıyılar kolayca ve ayrıntısı düşünülüp düzenlenmeden yukarda sayılan çevreye ve kıyının özgün değerlerine aykırı zararlı kullanıma açılabilmektedir.

Kanun taslağının 38.maddesinde Kıyı Kanunun 7.maddesi ile ilgili olarak yapılan değişiklik sorumlu Bakanlığın isminde yapılan yeni değişikliğin de ötesinde, özellikle kıyı çizgisinin değişimine olanak sağlayan kıyıda yapılan "dolgu" ve "kurutma" operasyonlarından söz etmektedir. Kıyıda gerçekleştirilecek doldurma ve kurutma gibi operasyonlar, kıyının özgün durumunu ve morfolojisini değiştirecektir. Şimdi yapılmak istenilen değişiklik bu yanlış eylemi ortadan kaldırmak bir yana, daha bir kolaylaştırmakta ve ilgili kuruluşlardan 30 gün içinde görüş gelmez ise Bakanlıkça re‘sen onaylama yetkisi getirilmektedir.

Yine bu maddenin sonunda, bu kez 2863 sayılı Yasaya ilişkin bir müdahale yapılmakta ve "Dolgu alan" yanında tüm "Kıyı"da koruma amaçlı imar planı hükümlerinin uygulanmayacağı" hükmü getirilmektedir. Oysa, bildiğimiz tüm örnekler tarihsel yerleşme alanlarının genelde kıyılarda yer aldığı doğrultusundadır. Böylece kıyılarda yer alan tüm arkeolojik sit alanları, tarihsel kaleler, tersaneler, benzeri tüm kültür değerleri korumasız kalmakta ve örneğin bir tarihsel kale yıkılarak yerine bir turistik tesis ya da bir termik santral ve akaryakıt depolama alanı yapılabilecektir. Bu madde açıkça "kıyıda gelişmeye engel olacak bir korunacak kültür varlığına yer yoktur" demektedir. Ayrıca bu yolla yargı kararlarının arkasından dolaşılarak, Galataport, Haydarpaşa vd. gibi projelerin önünün açılması sağlanacaktır.

Tüm bu yönleriyle getirilmesi düşünülen değişiklikler Anayasa‘nın 43.ve 63. Maddelerine aykırılık taşımaktadır.

Kanun taslağının 39. maddesinde Kıyı Kanunun 10. maddesine ilişkin olarak, 3621 sayılı Kıyı Kanunu öncesinde yapılanmış olan "kadimden (eskiden) kalma kıyıda mevcut yerleşmelerin" kıyıda yer almalarında kıyı yasası hükümlerinin uygulanmayacağı hükmü getirilmektedir. Burada İstanbul Boğazındaki yalılar örneği düşünülür ise, doğru görünmektedir. Ancak, restorasyon, ek yapılanma ya da işlev değişikliği gibi operasyonlarla kadim yapıların tümüyle yenilenmelerine ve bazı üst gelir guruplarına hatta belki yabancı sermayeye bu yönde değerli kıyılarda kullanım haklarının devredilebileceği de düşünülmelidir.

Yine bu madde kapsamında, 2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu ile getirilen plan onay yetkisinin kaldırılmasının, yetkinin tek elde ilgili Bakanlıkta toplanması sorgulanmalıdır.

Sonuç olarak; Taslak, ülkemizin mühendislik mimarlık alanlarındaki birikim ve deneyimini, Bakanlığın hafızasını hatta Bakanlığın sitesinde hala yayınlanmakta bulunan 2010-2023 yılları için öngörülen KENTGES Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı‘nı dahi yok sayan bir yaklaşımla hazırlanmıştır. Bu bağlamda, ülke mühendis ve mimarlarını yok sayıp, mühendislik ve mimarlık hizmetlerini ulusal ve uluslararası şirketlere teslim eden, ülke kaynaklarını kamu yararını göz ardı edilip denetimsiz şekilde insan unsuru ile ilişkilendirilmeyecek "marka şehir"lere heba eden, kamusal hizmet kavramını yok eden, insana, doğaya, tarihe, kültüre ait ne kadar değer var ise bunları ranta araç eden, yerinden yönetim kuruluşlarını demokratik esaslara aykırı olarak merkezi idarenin emrine amade eden bu yasa taslağını toplum yararına görmemiz olanaklı değildir. Beklentimiz, taslağın geri çekilerek taraflarla ülke gerçeğine ve meslek mensuplarının sorunlarına ihtiyaç veren bir çalışmanın başlatılmasıdır.

Bilgi ve gereğini arz ederiz.

Saygılarımızla.

N.Hakan GENÇ
Genel Sekreter

Okunma Sayısı: 1425