17 AĞUSTOS 1999: YÜZYILIN AFETİNİN 12 YILI UNUTMADIKUNUTMAYACAĞIZUNUTTURMAYACAĞIZ
Ülkemizde 17 Ağustos 1999 Saat 03:02‘de meydana gelen, merkezi Kocaeli-Gölcük olan ve tüm Marmara Bölgesinde hissedilen Richter ölçeğine göre 7.4 büyüklüğündeki deprem, yaklaşık 30000 insanımızın ölümüne, 24000 insanımızın yaralanmasına, 324000 konutun hasar görmesine ve 30 milyar dolar maddi kaybın meydana gelmesine neden olmuştur.
17 Ağustos 1999 hafızalarımızda büyük acılar ve çaresizlik duygusuyla anılan bir tarih olarak yer almıştır. Deprem sırasında ve sonrasında yaşananlar bir doğa olayının bir afete nasıl dönüştüğü çok acı bir şekilde görülmüştür. Geçen süreç içinde maddi kayıplar telafi edilse de kaybettiğimiz insanlarımızın acısını hala yüreğimizde yaşamaya devam ediyoruz. Deprem sonrasında yaşamları kararan insanların yaşadığı sosyal deprem ve umutsuzluğun bir daha yaşanmaması için TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası olarak 11 yıl boyunca yaptığımız gibi kamuoyunu bilgilendirme ve yetkilileri uyarma görevimizi yapacağız.
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin afete dönüşmesinin esas nedeni; mühendislik hizmeti görmemiş depreme dayanıksız yapı üretimi, bilimsel olmayan yer seçimi kararları, tasarımsız ve plansız kentleşmedir.
Doğal, tarihsel ve kültürel zenginliklerden yana şanslı olan ülkemiz, afete dönüşebilen doğal kökenli olayların sık gözlendiği bir konumda bulunmaktadır. Doğal afetler içinde, meydana getirdiği can ve mal kaybı açısından depremlerin özel bir konumu vardır.
Ülkemiz Yerkürenin en etkin ve yıkıcı deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Topraklarının %93‘ü, nüfusunun %95‘i, sanayi kuruluşlarının %98‘i, deprem bölgeleri içinde yer alan ve barajların %95‘i bu tehlikeli hat üzerinde bulunan ülkemiz depremle iç içe yaşamaktadır.
Depremler Yerkürenin doğal süreçleridir. Bu doğal sürecin oluşumu önlenemez ve engellenemez. Gerekli tedbirler alınarak can ve mal kayıpları azaltılabilir. Deprem öldürmez bina öldürür gerçeğini unutmadan doğanın bir gerçeği olan depremlerin önlenemeyeceği bilinci ile, nerede, ne zaman kaç şiddetinde deprem olacağı değil, ne zaman kaç şiddetinde deprem meydana gelirse gelsin, ona dayanıklı yapılar üretebilmenin önündeki sorunları tartışıp çözüm önerilerini ortaya koymalıyız.
Yeni yerleşim alanlarının belirlenmesinde, imar planına altlık teşkil eden jeolojik-jeofizik-jeoteknik etütler yapılmalı, parsel ve ada bazlı tüm yapılaşmalarda mühendislik hizmeti almayan hiçbir uygulamaya ruhsat verilmemelidir. Afet risklerinin azaltılmasında önemli bir rolü olan yerel yönetimler uygulama ve denetim görevlerini yerine getirmelidirler.
17 Ağustos 1999 depreminden bugüne 12 yıl geçti. Mevcut yapı stoku gerçekçi bir şekilde analiz edildi mi? Bunların ne kadarı deprem yönetmeliği mevzuat standartlarına uygun olduğu biliniyor mu? Güçlendirme, onarım veya yeniden inşa çalışmaları yeterli mi? Özellikle Kamu Kurumu binaları, okullar, hastaneler ve toplu yaşam alanları beklenen depremlere dayanıklı hale getirildi mi? Yapılanlara bakıldığında bugün ülkemizin afetlere karşı güvenli olduğunu söylemek mümkün değildir. 2011 yılı içerisinde meydana gelen orta büyüklükteki Simav, Tekirdağ ve Elazığ depremleri Türkiye‘nin depreme tam olarak hazır olmadığını göstermiştir.
Deprem ve afetlerde zarar azaltmanın en önemli yolu zeminin dinamik fiziksel özelliklerinin ve yer altı yapısının bilinmesidir. Bu konuların tanımı jeofizik mühendisleri tarafından aletsel ölçülerle yapılmaktadır. Depremler arasındaki zemin davranışlarını, zeminlerdeki kayma dalgası hızlarını, zeminlerin hakim titreşim periyotlarını aletsel olarak ölçen ve inşaat mühendislerine depreme dayanıklı yapı yapabilmeleri için gerekli olan tüm fiziksel parametreleri veren Sismoloji (deprem bilim) jeofizik mühendisliğinin bir alt dalı bir uzmanlık alanıdır. Buna rağmen jeofizik mühendisliğinin önemi yetkililer tarafından tam olarak anlaşılamadığından Yasa ve Yönetmeliklerde hak ettiği yer verilmemektedir.
Gelişmiş ülkelerde jeofizik çalışmalar zemin araştırmalarında birinci öncelik sırasındadır. Yasa ve Yönetmelikler tekrar gözden geçirilmeli meslek disiplinlerinin yetki ve sorumlulukları tam olarak tarif edilmelidir.
4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu‘nun yeniden ele alınması, ticarileştirilen yapı denetim modeli yerine, Meslek Odalarını sürecin içine alan modellerin benimsenmesi gerekmektedir. Yapı Denetimi içinde jeofizik mühendislerinin görevi zemin ve laboratuar deneyleri ile sınırlı olmamalıdır. Jeofizik Mühendisleri Yapı Denetim Kuruluşları ortağı olarak, zemin laboratuar deneyleri, jeoteknik etüt ve yapıda hasarsız jeofizik testlerle ilgili proje müellifi ve denetçisi olmalıdır.
17 Ağustos 1999 depreminde yaşanan acıların yaşanmaması için, Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanarak hayata geçirilmelidir. Deprem zararlarının azaltılması ve risklerin giderilmesi konusunda ülkemizde hala iyi işleyen bir afet yönetim sistemi kurulamamış, yerleşim ve yapılaşmanın etkin denetimi sağlanamamış ve deprem zararları ile ilgili olarak stratejik plan hazırlanmamıştır.
Deprem zararlarını azaltmak için mühendislik çalışmalarının meslek disiplinleri arasında herhangi bir ayırım yapmadan bir bütünlük içinde uygulanması sağlanmalıdır. Deprem duyarlılığı geliştirilmeli ve bu duyarlılığa süreklilik kazandırılmalıdır.
Deprem ve afetlerle ilgili yasal düzenlemeler yapılırken kamu yararı gözetilmelidir.Deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası oluşturulmalıdır. Depremler kader değildir. Deprem öldürmez bina öldürür. Deprem hasar, zarar, can ve mal kayıplarının azaltılmasının tek yolu mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çalışmalarıyla Depreme Güvenli Yerleşim alanları ve Depreme Dayanıklı Yapılar tasarlamak ve üretmektir.
Bir doğa olayı olan depremler önlenemez ancak alınacak tedbirlerle zararı azaltılabilir.
Saygılarımızla
TMMOB JEOFİZİK MÜHENDİSLERİ ODASI
XIII. DÖNEM YÖNETİM KURULU